top of page

Aşk-ı Derun

Geçenlerde bir kelimeye rastladım, “sensedim” diye. Eski Türkçe’de “sana hasret kaldım, seni özledim, sensiz kaldım” anlamlarına gelirmiş. Hatta bazıları, “susamak gibi” benzetmesini kullanmış bu söz için. Bu sözü gördüğüm an aklıma sen geldin sevdiğim. Bilmem bilir misin, böyle tek kelimeden oluşan, ama hiçbir kalıba sığmayan, aşkın en yalın hâlinin anlatıldığı kelimeleri? Susamaya benzetilmiş, çünkü aşkın ta kendisidir ihtiyaç. Nefes almak, su içmek nasıl ki temel gereksinimlerimizden ise, sevmek ve sevilmek de öyle bir şey işte. Çölde, suya hasret kalmış bir bedevi misali sana olan özlemim. En saf, en içten duygularım ile yaşıyorum bunu, hilaf değil bu kelimelerim. Özgürlüğünü bekleyen, tutsaklığından kurtulmak için gün sayan mahkûm timsali bekliyorum sana koşacağım o anı. Ruhum hür sana sarılırken, kokunu içime çekerken. Bilirim ki, hislerimiz müşterektir ikimizin de. Yaşadığımız ve bizi ortak bir paydada buluşturan tek şey aşk bu noktada. Birbirimize görünmez zincirlerle bağlı olduğumuz bir gerçek, lâkin bu zincirin her bir halkasında gizli imkânsızlıklarımız ve yaşayamadıklarımız. Aşkın ruhuma yasaklı iken sen bende saklısın; adını zikretmediğim sen, kalbime mühürlediğim yine sen. Gittiğim yolların, vardığım rotaların istikametini kalbim belirliyor konu aşk olunca. Tek hece ve üç harften oluşan bu kelimenin, içimde barındırdığı hisleri sana hangi kelime ile anlatsam kifayetsiz kalır. Beni tüketen, yağmalayan, zehirli sarmaşıklarla bezeli ruhuma hükmeden de aynı his; beni sana sürükleyen, ambrosia yemişim de tadı damağımda kalmış gibi hissettiren de. Ateş ile suyun buluşması, ortalık zifirî karanlıkken birden güneş doğması, en zemheri geçen kıştan sonra baharların gelmesi… Hangi tasviri kullansam bilemiyorum sevgilim. Kâğıda hislerini dökerken, tam da en güzel cümlede kalemin mürekkebi biter ya hani, işte öyle bir şey; tükettiği gibi kolayca tükenebilir yani.

Aşka anlam yükledin sen, tabii ki renklere de. Dışın beyazken, için simsiyah mesela. Zannedersin ki sen can yakmak yerine şifa verirsin ellerinle. Fakat öyle değil maalesef, biçare bir hâle geliyor insan sana kapılınca. Ateşe teslim olan pervane gibi, yana yana ben de giriyorum aşk girdabına, koşulsuzca. Şuurumu yitirmeden, eksikliğim ile sendeyi. Seninleyim artık, gerisini sen tamamla. Yüreğimde, “yâr” diye taşıdığım sensin, aynı şekilde göğüs kafesime sebebi bilinmez o ağrıyı da verensin. Zaman senin gözlerinde, mi amor. Aşkın en koyu tonunu barındırıyor o okyanus mavisi gözlerin. Kayboluyorum gözlerinde, yok oluyorum sözlerinde. Sanki yıllanmış olan bir şarabı içmişim de çıkamıyorum etkinden. Zamanın, o kısacık anı olan lahzayı senin mavilerinde tadıyorum ben. Bana her baktığında, gözlerini gözlerime her değdirişinde şahit oluyorum buna. Biz zamana dokunamıyoruz ama, zaman bize dokunuyor o anlarda. Hapsoluyorum mâzinin sen kokulu anılarına, daldım gittim bak geçmişin kör kuyularına.



Comentarios


bottom of page