Aylardan aralık ayı ılık bir cuma günü Sabiha Gökçen Havalimanın'dan işlemlerimizi gerçekleştirip uçağımıza biniyoruz. İçimizde yeni bir kültürü keşfetmenin verdiği tatlı bir heyecan var. Aramızda 2 saatlik zaman farkı bulunan ülkeye yaklaşık 1,5 saatlik kısa bir sürede varıyoruz. Bizi mini bir havalimanı karşılıyor. Şehir merkezine de oldukça yakın olan bu havalimanında gerekli kontrolleri hızlıca geçiyoruz. Şehir merkezine ulaşmak için iki alternatif yol var: İlk olarak taksiciler Türk olduğumuzu anlayıp bizi güzel karşılıyor. Bölge Türkler tarafından oldukça tercih edildiği için dilimize de aşinalar ama biz daha hesaplı olduğu için saat başı kalkan dolmuşları tercih ediyoruz. Yaklaşık 20-25 dakikalık bir sürenin ardından kendimizi Tiran'ın meydanında buluyoruz. Geniş caddeler kocaman ağaçların bulunduğu sokaklarda ilerliyoruz. Şehir ilk izlenim olarak oldukça sessiz ve sakin görünüyor. Her köşe başı eski filmlerden kalma polis memurları var sadece. Yolculuğumuz yeni yıl dönemine denk geldiği için süslenmiş caddeler ve rengarenk ağaçlar ile şehir haylaz bir çocuğu anımsatıyor. Yarın için ilk rotamızı meydanda kurulmuş yıl başı market olarak belirleyip günün yorgunluğunu atmak üzere otelimize geçiyoruz.
Şehir merkezinde konaklama alternatifleri oldukça fazla. Yürüme mesafesinde ulaşılabilir olması günün her saatini verimli kullanabilmenizi sağlıyor. Nazik otel çalışanları ile konforlu odamıza yerleşiyoruz. Yorgunluğumuza rağmen içimizde bir keşif heyecanı olduğu için kendimizi tekrar şehrin sokaklarında buluyoruz. Köşe başında saklanmış mini tatlı bir mekâna şans veriyoruz. Mekan Amerikalı yazar Hemingway ismini taşımakta ve yazarın hayatından esinlenilerek oluşturulmuş. Her bir detayda yazarın sözlerinden oluşan tablolar ve antika eşyalar bulunuyor. Ayrıca şanslı iseniz canlı müzik dinleme imkanı da yakalayabilirsiniz. Çoğunlukla yerel halk tarafından tercih edildiğinden hemen fark ediliyoruz. Günün yorgunluğuna iyi gelecek tatları denemeye başlıyoruz. İçeceklerimizi denerken bir gürültü geliyor ve aniden yağmur tüm özgürlüğü ile teslim oluyor. Benim gibi şimşekten korkan biri iseniz yüksek dağların eteklerinde kalmış bu rota sizin için pek uygun değil.
Sağanak yağmurun eşliğinde otelimize hızlıca koşuyoruz. Yorgunlukla uyuyoruz. Sabah yorgunluğa rağmen oldukça erken bir saatte kalkıyoruz. Otelimizin sunduğu kahvaltıda kendi kültürümüzden farkı olarak kahve kruvasan eşliğinde güne başlıyoruz. Bu sırada gece başlayan sağanak yağmur devam ediyor. Kısıtlı zamanımız olduğunda ıslanmayı tercih ediyoruz ve kendimizi şehir meydanındaki arkeoloji müzesine atarak başlıyoruz. Bu müze 3 kattan oluşmakta ve her bir katından farklı dönemler yer almakta. Bazı katlarında Osmanlı döneminden izlere rastlamak mümkün. Müzede ağırlıklı olarak Sırp etkisi göze çarpıyor. Bu sırada yağmur insafa gelip yerini güneşe bırakıyor. Şehir merkezinde ikinci dünya savaşı etkileri fazla olduğundan birçok noktada sığınma yerleri görmek mümkün. Zamanında tarihi anlara tanıklık yapmış olan bu sığınma alanları artık zulümlerin hafızalarda yer edinebilmesi için müzeye çevrilmiş. Bunk Art 1 ve Bunk Art 2 olarak isimlendirilen bu müzelerden biz Bunk art 2 yi tercih ediyoruz. Dar koridorlardan ilerleyip rahatsız edici sesleri ve işkence odalarını deneyimledikten sonra karnımızın acıktığını fark ediyoruz. İtalyan etkisini fazla olduğu bu şehirde güzel bir İtalyan restoranında (Artigiano at Vila) pizza denerken buluyoruz. Genel olarak müze ve yemek fiyatlarının Türkiye'deki gibi olduğunu söylemek mümkün. Yemek yedikten sonra House Of Leaves adında diğer müzeye gitmek üzere yola çıkıyoruz. Bu müzenin Bunk Art 2 konseptine benzediğini söyleyebilmek mümkün. Müze yerine doğa havası almak isteyenler için teleferikle tırmandığınız dağ bulunuyor. Skanderbeg Meydanı'ndan kalkan otobüsler ile ulaşılabiliyor.
Hava şartlarına fazla güvenemediğimizden kendimizi kocaman lunapark bulunduğu bu meydanda pazar turunu başlıyoruz. Yerel eşyaları inceleyip hediyelik eşya alışverişimizi tamamladıktan sonra Balkanlar'ın meşhur tatlısı olan trileçe yemeye gidiyoruz. Tatlının yanında İtalyan kahvesi içip mini bir alışveriş turuna daha devam ediyoruz. Tiran kalesi yakınında bulunan alışveriş merkezinde xray olmaması beni şaşırtan diğer bir nokta. Türkiye'deki bir milyoncuya benzeyen dükkandan güzel anıları hatırlamak üzere hediyeler ve atıştırmalıklar alıyoruz. Uçuş saatimiz yaklaştığı için akşam yemeğimizi meşhur Balkan köftelerini tatmak üzere restoran Tyhmi’ye gitmeye karar veriyoruz. Bu restoranda randevusuz yer bulmak oldukça zor. İçerde telefonla uğraşmak yasak ve güzel anılar biriktirdiğimiz şehirden ayrılmak üzere havalimanına gidiyoruz. Bir başka yazımızda farklı bir rotayı keşfetmek üzere.
Comments