Kar iyice bastırmıştı. Yollardan geçen araçlar, gecenin kirli karanlığının yansıttığı bir kasvete yardımcı olurcasına egzozlarından dumanlar çıkarıyordu. Hoş, dünyanın en güzel manzarası olsa da ne fark ederdi ki yaşadığı son anların farkında olan bir insan için. Leningrad sokaklarındaki kalabalık 1925 yılının son gecelerinden birini yaşarken onun için her şey son bulmuştu zaten. Hotel Angleterre'de kalıyordu ve her zamanki gibi otelden içeri girdi. Doğrudan odasına çıktı. Hiç olmadığı kadar kararlıydı merdivenleri birer birer çıkarken. Odadan içeri girdiğinde ilk dikkatini verdiği şey dün gece saatlerinde yazdığı şiirdi. Şiirin yarısı farklı mürekkeple yazılmıştı. Sonra paltosunu çıkardı ve kolunu sıyırdı. Şiirinin tamamlamasına yardımcı olan “mürekkebi” yani kanını kullandığı yara hâlâ tazeydi. Son kez pencereden dışarıya baktı; lapa lapa yağan kar, şehrin gürültüsü ve en önemlisi akıp giden zaman içi boş söylemlerden başka bir şey olarak gelmiyordu yaşama sevincini kaybetmiş olan bu gence. Tek üzüntüsü Sophia’sını artık göremeyecek olmaktı. Tüm bunları geride bırakmışçasına bir kararlılıkla yaşamına kendi elleri ile son verecekti; ancak son nefesinde dahi belli oluyordu bunun ne denli zor bir karar olduğu. Ölüm artık onun için Leningrad’dan daha soğuktu. Özgür kalmak isteyen ruhu yorgun ve bıkkın bedeninden ayrılırken söylediği son şeyler neydi orası hâlâ meçhul…
İşte Sovyet sanatını derinden etkileyen Sergey Yesenin böyle gitmişti kendi tasarladığı sonuna. Ölümün bir bilinmezlik olması daha kolaylaştırmıştı bu kararını. Peki ya ardında kalanlar… Aslında her şeyi en baştan anlatmak gerek ama öyle uzun uzadıya değil. Çocukluğuna dair bilmemiz gereken en önemli şey tipik bir Rus köyünde büyümüş olduğu gerçeğidir. Bundan dolayı doğayı ve bu tip bir hayatı çok sever. Özellikle şehirleşme ve sanayileşme onun ruhunu daraltan, bir sanatçının düşüncelerini kısıtlayan kavramlardır; ancak 20. yüzyılın Sovyetler Birliği düşünülünce sanayileşme ve şehirleşme kavramlarını asla yabana atmamak gerek. Ata binmek, yüzmek, ava gitmek küçük Yesenin’in en sevdiği aktivitelerdendi. Dindar bir ailede yetiştirilmişti. Anneannesi onun manastırda eğitim almasını istiyordu. 1910 yılına kadar hayatına böyle devam etti. O yılda hayatına şiir girdi. Okul yıllarında tam otuz şiir yazmıştı. Bunları, "Bolnye Dumy" (Hasta Düşünceler) adını verdiği ve 1912'de Ryazan'da yayınlamaya çalıştığı bir derleme olarak sunmak istedi ancak işler pek de istediği gibi gitmedi. Aynı yıl büyük bir şehir olan Moskova’ya geçti. Burada Ivan Dimitriyeviç Sytin’in basım şirketinde düzeltmen yardımcısı olarak çalışmaya başladı. Ertesi yıl Chanyavsky Üniversitesi'ne harici bir öğrenci olarak tarih ve filoloji eğitimi almak istese de maddi yetersizliklerden dolayı 18 ay sonra kaydını almak zorunda kaldı. 18 ay gidebildiği üniversitede Dmitry Semyonovsky, Vasily Nasedkin, Nikolai Kolokolov ve Ivan Filipchenko'nun da aralarında bulunduğu şairlerle tanıştı ve arkadaşlıklar kurdu.
Bu yıllarda Sovyet sanatında pek de karşılığı olmayan şeyler görüldü Yesenin’in şiirlerinde. Özellikle İncil’e duyduğu ilgi şiirlerinde kendini belli ediyordu. Çocukluk arkadaşı Grisha Panfilov'a yazdığı bir mektupta "Grisha, şu anda okuduğum İncil ve benim için yeni olan birçok şey buluyorum" ifadelerini kullanmıştı. Bu yıl aynı zamanda devrimci faaliyetlere başladığı yıldı. Bir süre polis baskınları ile uğraştı ve gözetim altında tutuldu. 1914’de işini bırakarak kendini sadece şiire verdi. Huş ağacı anlamına gelen Beryoza şiiri çocuk dergisi Mirok’ta yayınlandı. Farklı çalışmaları olsa bile ilgisizlikten bıkmıştı. Bu yüzden Petrograd’a taşındı. Petrograd’da şans yüzüne güldü ve Alexander Blok, Nikolai Klyuev, Andrei Bely gibi isimlerle çevresini iyice genişletti. Blok, Yesenin'in erken dönem edebi kariyerini ilerletmede ona çok yardımcı oldu. Yesenin de otobiyografisinde Blok ve Klyuev'in kendisine lirizmi öğrettiğini belirtmiştir. Moskova’daki ilgisizlikten sonra Petrograd’da adeta yeniden doğan
Yesenin bir anda tüm edebiyat camiası tarafından tanınır hale gelmişti.
Başlarda Şubat Devrimi’ni desteklese de daha sonra devrimin onu aldattığını söylediği Bolşevik eleştirisi konulu şiirler yazdı. 1920’nin ağustos ayından yazdığı bir mektupta, "Şimdi çok üzülüyorum, çünkü tarihimizde insan bireyselliğinin yok edildiği ve yaklaşan sosyalizmin hayal ettiğimden tamamen farklı olduğu böyle bir dönemden geçiyoruz." ifadelerini kullanmıştı. Komünist Parti’ye geçmeme sebebini ise "Onlardan daha solda olduğum için katılmama kararı aldım” diyerek açıklamıştır.
Özel hayatı da oldukça çalkantılı geçmişti. Kısacık ömrüne tam dört evlilik sığdırmıştı. Bunlardan en önemlisi şüphesiz ki kendisinden 18 yaş büyük olan Amerikalı dansçı Isadora Duncan ile yaptığı evlilikti. Sadece birkaç kelime Rusça bilen eşi ile Avrupa ve Amerika gezileri yaptı. 1923’de tekrar Moskova’ya döndü ve Isadora ile olan evliliğini sonlandırdı. Son evliliğinin ünlü Rus yazar Tlstoy’un kızı Sophia Tolstaya ile yaptı. Tanınırlığı artan Yesenin kendini içkiye vermişti. 1923’üns onlarında iki kez tutuklanırken istihbarat birimleri tarafından sürekli soruşturmaya tutuluyordu. En yakın arkadaşı Vladimir Mayakovski bu günlerdeki en büyük destekçisiydi. Yaşamını tekrar düzene sokması için ona iş bulmaya çalışıyordu. Kendisine atılan suçlamalara karşı Pravda gazetesinden savunmasını yapıyor ve iftiralara cevap veriyordu. Aralık ayında üzerine atılan anti-semitizm suçlamasından aklandı. Ancak işler bir türlü istediği gibi gitmedi. 1924 yılının ilk aylarında arkadaşı Alexei Ganin faşist bir tarikatın üyesi olmak suçlaması ile tutuklandı ve idam edildi. Bu ölüm Yesenin’i çok yaralamıştı. Sovyetlere olan inancı derinden sarsılmıştı. 1924 yılı da tutuklanmalar ve siyasi baskılarla geçti. Önce Sheremetev hastanesine daha sonra da Kremlin kliniğine yatırıldı. Gözlem altında tutulmak isteniyordu; ancak o yine de yazmaya devam etti.
Ölüme gittiği yolda bile kanından elde ettiği mürekkeple son şiirini yazmıştı:
--
Elveda sevgili dostum elveda,
Sen kökleri içimde uzanan…
Ayrılık yazılmış alnımıza
İlerde gene karşılaşırız inan.
Elveda dostum, el sıkışmadan
Sessizce... Ne keder ne tasa gerek:
Ölmek yeni bir şey değildir bu dünyada
Ama yaşamak da yeni bir şey olmasa gerek.
--
Ünlü yazar Maksim Gorki Yesenin’in ölümünden sonra şu ifadeleri kullanmıştı:
Kendini öldürmesinin nedeni, irade zayıflığı değildi kuşkusuz. Kurtuluşu ölümde buldu. Bir çıkıştı ölüm onun için, bir çözümdü. Kendini asmadı, bir sıcak su borusuna geçirdiği ipe dolanarak öldü.
Şüphesiz ki, özellikle Rus edebiyatında birçok şairin büyük dramlara sahne olan bir hayatı olmuştur; ancak belki de Yesenin bunlar arasında en dikkat çekici ve üzücü yaşam öyküsüne sahip olan şairdir. Her ne kadar ölümünden sonra bir süre şiirlerine sansür ve yasak getirilse de yıllar sonra bu hatadan dönülmüş ve Yesenin’in itibarı teslim edilmiştir. Mezarı beyaz mermer bir heykelle işaretlen şair, Moskova'daki Vagankovskoye Mezarlığı’nda ebedi istirahatgahına devam etmektedir.
Comments