top of page

Hermes’in Hikayesi

Herkesin stresli, keyifli ya da üzgün olduğu anlarda sığındığı bir liman vardır. Benim için bu limanın adı, ruh halim nasıl olursa olsun hep heavy metal oldu. Evet, bildiğimiz müzik türü olan ve birçok insana göre “Bu ne ya amma kafa şişirdi” türü olarak da bilinen heavy metal. Bakmayın insanların cahilce yargılamalarına ya da küçük düşürme çabalarına. Müziği bile ayrıştırma çabası içine girmiş güruhun boş lakırdılarından başka bir şey değil onlarınki.

Özellikle 80’li yılların Avrupa menşeili heavy metal grupları oldum olası dikkatimi çekmiştir. Rock ve metal müzik dinlemeye başladığım ilk zamanlar (Anadolu rock meclis dışı) daha çok Amerika çıkışlı gruplardan haberdardım. Twisted Sister, Quiet Riot, Bon Jovi, Kiss vb. Avrupa müziği ile ise daha çok birkaç YouTube kanalı vasıtası ve ‘Yeni Dalga İngiliz Heavy Metal’ sayesinde tanıştım; ancak iyi ki de tanışmışım. Heavy metal hakkında bundan sonraki yazılarımda oldukça detaylı bilgiler olacak; ancak bu yazının konusu biraz daha özel birisi için. Bu yazıda tanıştığım gruplardan birinin içerisinde, hayatının beni çok etkilediği Hermes’in hikâyesini anlatacağım sizlere.

Hermes’den evvel Los Suaves’dan bahsetmem gerekir. Müzik bir ekip işi ve bu grupta yıllardır gerçekten yaptığı üst düzey işlerle İspanya’da adından söz ettirmeyi başarmış. 80’li yıllarında başında kurulan grup, heavy metal müzik yaparak kariyerine çok hızlı bir başlangıç yapmış. Günümüzde hala çalmaya ve söylemeye devam eden Los Suaves ile Hermes’in yolu iyi ki kesişmiş. Grubu ilk dinlediğim zaman Franco’nun faşist diktatörlüğünde kalmış bir İspanya’da, 80’li yıllarda gruba siyahi bir gitarist almanın ne kadar özel bir şey olduğunu hissetmiştim. Aslında Los Suaves’ı özel kılan detaylar da işte burada saklı.


Şimdi Hermes’in sırası. Öncelikle Hermes’in hayatı hakkında kesin bilgiler bulmak çok zor. İspanyolca olan birkaç kaynaktan derlediğim bilgiler ışığında elimden geldiğince size tanıtmaya çalışacağım. Afrika kıtasında, Atlantik okyanusunun kıyısında küçük bir ülke olan Ekvator Ginesi’nde doğan Hermes, 14 yaşında babasının görevi olan köy muhtarlığı görevini devralmak zorunda kalır. Daha çocukluluğunu yaşayamadan sırtında taşıdığı sorumluluğun altında kalan Hermes’in muhtar olmak gibi bir isteği hiç olmamıştır. Hayallerinin peşinden gitmek isteyen Hermes, ilk fırsatta ülkesinden ayrılır. Gezici bir sirkte kendine iş bulur. Bu iş onun için bir rüya gibidir. Tüm dünyayı gezme ve yeni insanlar tanıma fırsatı ayağına kadar gelmiştir. Gerçekten de tam hayal ettiği gibi ülke ülke dolaşmaktadır. Sirkteki görevi ise bisiklet sürerken omuzların akrobatları taşımaktır. Gerçekten büyük bir denge ve güç isteyen bu iş Hermes için çocuk oyuncağı gibidir.

Kaderin cilvesi bu ya, çalıştığı sirkin adı Los Muchachos’dur. Yani Los Muchachos’dan Los Suaves’a uzanan bir hayat hikâyesi desek yanlış olmaz. Zamanla başka işlere yönelmek istedi Hermes, ancak aklı hep gösteri sanatlarındaydı. Eline bir gitar aldı ve bu seferde sirk müzisyeni olarak dolaştı dünyayı. O meşhur kırmızı Yamaha gitarını Japonya turu sırasında aldı. Dünyaca ünlü rock grubu AC/DC ile tanışma fırsatı buldu. Bu sırada yeteneğini de iyice geliştirdi. Gitara o kadar çok yakışıyordu ki, adeta sahnede gitarı ile bütünleşiyordu. İşte yine böyle bir bütünleşme sırasında Los Suaves’ın dikkatini çekti Hermes.


Sirkten ayrılma zamanı gelmişti. Artık Los Suevas ile yeni bir maceraya atılmalıydı. Öyle de yaptı. Nazik ve yardımsever yapısı ile grup içerisinde de büyük saygı görüyor ve seviliyordu. Bana göre de Los Suevas en güzel ve kaliteli yıllarını Hermes ile yaşadı. Bu güzel yıllar Hermes ile yaşandı ancak Hermes’in sorunları çözülebilmiş değildi. Taşradan gelmiş bir siyahinin faşist diktatörlüğün izlerini taşıyan İspanya’da bir anda sorunsuz bir hayata başlaması imkânsızdı. Hermes’in İspanya’da oturma izni yoktu. Bu sorunlarla uğraşmak için sürekli karakola gidiyordu ancak sorun bir türlü çözülemiyordu. Birçok insana göre ise sırf siyahi olduğu için suçluydu.

Los Suaves hızla yükseliyordu. Konserler, albümler derken grup adeta İspanya’nın en bilinen grubu haline gelmişti. Bu sıralarda Hermes için de güzel şeyler oluyordu. Galiçya’da, aşık olduğu kadınla evlenmişti. Bu evlilikten iki oğlu dünyaya geldi; ancak vatandaşlık alma konusunda yine sıkıntılarla boğuşuyordu. Tüm sıkıntılara rağmen gülmeye ve çalmaya devam etti Hermes. Sonradan anlaşıldı ki bu gülüşlerin altında çok büyük bir hayal kırıklığı ve üzüntü yatıyordu. Önce evliliği bitti, ardından ise kariyerini çok kötü etkileyeceği beyin hastalığı sonucu yüz felci geçirdi. Tüm bunlara eklenen ikamet sorunları da canına tak etti ve Hermes sessiz sedasız tek başına İspanya’yı terk etti. Tüm ülkenin ona sırt çevirdiğini hissediyordu. Grup üyeleri sürekli onun yanındaydı ancak Hermes’e vatandaşlık verebilecek yetkileri yoktu. 1991 yılında yeni albüm için stüdyoya girmeye karar verdiklerinde Hermes’i bulamadılar. Daha sonraları aldıkları haberlere göre Hermes doğduğu topraklara geri dönmüştü. Hakkında bilinen tek şey buydu. Ta ki 2003 yılına kadar…

2004 yılında kuliste konsere hazırlanan Los Suaves ekibi, Gine Büyükelçiliğinden gelen zarf ile acı gerçeği öğrendi. Hermes 2003 yılında hayata gözlerini yummuştu. Bu haberi onlara getiren Hermes’in eski eşi ve çocuklarıydı. Hermes’in ölümünden önce onu en yakından gören isim, Gine’nin Bata şehrinde misyonerlik yapan Yehova Şahidi Fernando Antolín’di. Fernando, bu acı ölüm haberini doğrulamış ve Hermes için şu ifadeleri kullanmıştı:

Bir gün, o zamanlar Comandachina yakınlarındaki Bata şehrinde bulunan tek İbadet Salonuna geldi. Arkadaki tahta sıralardan birine oturdu ve toplantının sonunda geldiği gibi yavaş yavaş ve sessizce, bir bacağını hafifçe sürükleyerek ayrıldı. O günden itibaren, Comandachina cemaatinin ibadetlerine imkan buldukça katılmaya başladı. Her zaman arkada otururdu ve vaaz bittiğinde tek kelime etmeden giderdi. O sırada ibadethaneyi dört yüzden fazla kişi doldurmuştu ama Hermes hemen dikkatimi çekti. Yürümedeki bariz fiziksel güçlükleri bir yana, aldığınız ilk izlenim, zihinsel olarak etkilenmiş olduğuydu. Sanki her şeyin üzerinden uçuyormuş gibi, gözleri sonuna kadar açık ama sanki kendisine dalmış gibi geldi...

Fernando diğer ifadelerinde ise Hermes’e çalması için bir gitar verdiğini ancak Hermes’in geçirdiği kısmi felç yüzünden gitarı akort etmekte bile güçlük çektiğini belirtmişti. İşte bu bir gitaristin ölümüydü aslında. Daha sonra gerçekleşen şey sadece ruhunun bedeninden ayrılmasıydı.

Hermes, ölümünden sonra da özellikle grup üyeleri tarafından hep hatırlandı. Elbette onlar da ellerinde olsa kaderi değiştirip Hermes’i hiç kaybetmemek isterlerdi. Onu ölüm döşeğinde son gören isim olan misyoner Fernando Antolín, öldüğünde dahi yüzünün güldüğünü belirtmişti. Bu ilginç ve fırtınalı hayat öyküsü beni derinden etkilediği için bu yazıyı kaleme almak istedim. Yazının sonuna linkini bırakacağım şarkı, benim hem Los Suaves’i hem de Hermes’i tanımama neden olan o müthiş performansın videosunu içeriyor. İnanıyorum ki Hermes Alogo, bizden çok uzaklarda kırmızı Yamaha gitarını en doğru akort ile çalmaya devam ediyor. Işıklar içinde uyu Hermes…





Kaynak

https://nemogc.blogspot.com/2018/04/hermes-el-guitarrista-negro-de-los.html?m=1

http://metalbrothers.es/bios/anecdotas/la-triste-historia-de-hermes/


Comentarios


bottom of page