İnsanların bolca telaşa kapılıp kendini unuttuğu yerler avcılığına çıkmaktı niyet ama niyete mukabil bir hayatı her daim yaşamak mümkün olmuyor tabii. Niyetin başka bir niyete dönüştüğü yerler oluyor daha çok bu dünyada.
“Böyle de yaşanıyormuş demek”dedirten yerler.
Nereden mi bahsediyorum; İngiltere’nin emekli şehri olan ve Dünya miras alanlarından biri olan “Bath”. Romanların hamam inşaa ettiği ve o zamandan bu zamana özgün halini korumuş nadir yerlerden. Jane Austen’ın da yaşadığı İngiliz şehirlerinden biri. Yılda 6 milyon turist alan ve denizaşırı en çok ziyaret edilen ingiliz şehirlerden bilgisini de ayrıca vermiş olalım.
2015 yılında Erasmus Konsorsiyumla gittiğim dönemde kendimce çıkardığım harita listemde bulunan bu şehire arkadaşımla hafta sonu günü birlik bir gezi planlamıştım.
Açıkçası giderken elimde çok fazla bilgi olmadan gittiğim nadir şehirlerden biriydi benim için ve böyle olmasıyla beni daha fazla heyecanlandırdığını söyleyebilirim.
İndiğiniz yerde tek tük insana, şanslıysanız bir sokak müzisyenine rastlayabileceğiniz,
” mütevazi bir yer gibi duruyor sanki” derken tarihe kafa tutmuş binalarıyla başınızı öteki tarafa çevirdiğiniz bir yer.
Işıklardan öte binalarında renklilik yok mesela. Hep kahve tonlarında aynı kimliklerde ve genelde aynı özelliklere sahipmiş gibi duran yapılar… Sokaklarda çok turist yoktu ben gittiğimde fakat Bath’in meşhur ‘Roman Baths’ müzesi dışında da ben pek karşılaşmadım. (Ocak ayıydı yanlış hatırlamıyorsam)
Yaş skalası 70 ve üzeri birçok İngilizlerin gezindiği bir lokasyon diyebiliriz. En güzel tarafı da insanların size gülümsemesi. Girdiğiniz dükkandaki satıcıların bile tebessüm ediyor olması beklentimin üzerinde olan bir şeydi açıkçası.
Bu durumdan da oldukça fazla bir serzenişte bulunmuş olacağım ki girdiğim dükkandaki satıcı “artık ülkemiz çok bozuldu, her yerde insanlar hayattan bezmiş bir şekilde yaşıyor ve iş yapıyor, büyük şehirlerde insanlar birbirini tanımıyor ve bu sebeple de insanlar birbirlerine karşı oldukça mesafeli ama buralar öyle değildir”le karşılık verince Dünyanın öteki ucunda da ortak sorunların varlığını görmeye başlıyorsunuz:) Hem de halis muhlis:)
Sonra her duvarında farklı duvar kağıdı olan 2 katlı bir kitapçıya girdik arkadaşımla. Üst katın sokağa bakan cam önü kitap doluydu. Dünya tarihinden, matematik ve biyolojiye kadar karma seçeneklerle dolu bir sehpa. Tam çaprazında çay yapabileceğiniz cattle ve bardaklar koyulmuş ,önünde bir şömine ve koltuğu olan bir ortam. Böyle ortamı kaçıracak insan azdır diye düşünüyorum hele ki ingilterenin eksi 10lara hayat normaliymiş gibi bakıp yaşayan dışarı hayatına kıyasla.
Akşam dönecek olmasam sanırım orada uyuyabilirdim. Oradan çıkıp Jane Austen müzesine girelim dedik ama kapalıydı (Neden kapalı olduğunu hatırlamıyorum, siz siz olun yine de önceden bu tip durumlar için bilgi edinin).
Sonrasında aşağı kendimizi verip güneşi akşam Royal Crescent te görebildiğimizi farkettik. İngilterenin nazlı kış güneşini görmek de büyük bir nasip yani.
Pulteney Bridge de şelaleye bakan bir kafede biraz soluklandık ama masaların hepsi dolu olduğundan yaklaşık bir yarım saat bekledik diyebilirim. Tatlı ve kahveler büyük şehirlerdekine göre çok daha güzel elbette ki. (Büyük şehir sorunsalı modumuz açık)
Elmalı turtalarını gittiğinizde muhakkak deneyin derim.
Sokak aralarında gezerken bir masalın ortasından devam ediyormuşsunuz gibi hissedip, bodrum katlardaki kapı önlerini nasıl botanik bahçelerine çevirdiklerine şahit oldukça “Emeklilik bu şehirde de fena olmazmış” diyorsunuz.
Kaliteli yaşam ve az gürültü şehrin teması resmen.
Ama siz yine de bir kere daha düşünün. Ben düşündüm çünkü…
ความคิดเห็น