top of page

Korkutan Aidiyetler

Aidiyet duygusu birbirini tanımayan ama benzer duygu, düşünce ve fikir paylaşımlarında bulunan insanların benzer davranışlar sergileme eğilimidir. Ortak noktaların oluştuğu gönül bağları aidiyet duygusunu ortaya çıkarır.

Aidiyet duygusunun insanları birleştiren, sosyalleştiren bi duygu olmasının yanı sıra bu duygu insanlar da “ben” olmaktan çıkıp “biz” olmaya başlamanın negatif ve en kötü sonucudur.

Aidiyetlerimiz din, dil, ırk, ideolojiler üzerinde etkili olup kimi zaman kanlı sonuçlar doğurmuştur günümüzde de görüldüğü üzere. Oysa bir karşılaştırma da bulunup Osmanlı Devleti ve günümüzü göz önüne alırsak o dönem de birden fazla inanca, ırka mensup olan Osmanlı Devleti halkı bir çatı altında hoşgörülü bir yaşam

sürerlerdi devlet içinde parçalanmalar yoktu ve yerine oturtulmuş bir düzen vardı.

Halbuki günümüze bakıldığın da milliyetçilik düşüncesiyle birlikte ortaya çıkan ideolojiler bizi birbirimize düşürdü savaş, zulüm, acı başlı başına etken oldu hayatımız da.  Maalouf’un da dediği gibi oysa dünya tornavidayla parçalara ayrılacak bir düzen değildir. Şu bakımdan da düşünüldüğünde insanlara çalışkan, tembel, hoşgörülü, inatçı, kibirli, kuşkucu, sinsi diyerek duygusuz eleştirilerde yargılamalarda bulunuyoruz

bunların temel yapı taşları işte bu nokta da taşıdığımız aidiyetlerimizden, kimliklerimizden kaynaklanıyor.

 


Ben insanlarımızın alışkanlık ve bağlılıklarının tek gece de değişeceği görüşünde ve inancında değilim tabii ki. Dar aidiyetler içine sıkıştırılmış bakışlarımızın, fikirlerimizin değişebilmesi için insanımızın bilinçlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Amin Maaluof’un bu noktada çok güzel bir sözü var:

"Başkalarını çoğu zaman en dar aidiyetleri içine sıkıştıran bizim bakışımız ve onları özgür kılacak olan da yine bizim bakışımızdır.''

 

Önemli olan bakış açımızdır. Neye nasıl bakarsan öyledir. Ben dil, din, ırk gözetmeksizin her şeyden önce insan olduğumuzun unutulmaması ve görüşlerimizin, bakışlarımızın bu düşünceyle gün yüzüne çıkması taraftarıyım.

Bir bireyin bir topluma ait olduğunu belirlemede etken olan şeyin başkalarının olması ve karşı taraf yani ötekiler olarak adlandırılanlar tarafından dışlanmak ne kadar mantıklı ? Hepimiz bize açılan yolları seçmek zorunda kalmak yerine kendimiz olmanın bilincine varmalı bununla da yetinmeyip onu aşama aşama kazanmalıyız.

Bir insanın kimliği aidiyetlerinden oluşur fakat başına buyruk aidiyetlerin üst üste eklenmesi de kimlik demek değildir. Tabiri caizse kimlik yamalanmış bir bez parçası değildir, olmamalıdır. O yüzden aidiyetlerin belirlenmesindeki temel esas kendin olmak ve gerçekliktir.

Yani demek istediğim şu ki bağlı kaldığımız, kalmak zorunda olduğumuz aidiyetlerimiz ve kimliklerimiz bizim gözlem yapmamızı, anlamaya, fikir üretmeye, tartışmaya, şu ya da bu düşünce tarzını ileri sürmemize engel olmamalıdır. Sadece ismimizle var olmalıyız hiç bir sıfat ve aidiyet olmaksızın. Korkmadan, usanmadan,

inanarak, benliğimizi kaybetmeden yeni yollar bulmak ümidiyle...

コメント


bottom of page