top of page

Kurgunun Işığında Soyvet Sineması

Tarih 1895 yılını gösterdiğinde, Fransa’nın La Ciotat kasabasının tren garında insanların ilginç bulduğu bir çalışma yapılmaktaydı. İşte tam burada Lumiere kardeşler

“Sinematograf” denilen bir aletle tarihteki kabul edilen ilk sinema filmini çekmiş oldu. Bu insanoğlu için o kadar şaşılası bir durumdu ki, insanlar bu saniyelik kaydı izlediklerinde, olanları gerçek sanıp korkudan salonu terk etmeye başlamışlardı. Sinemanın insanlık tarihindeki serüveni işte böyle başlamıştı. Ama bu yazımızın konusu, sinemanın oluşum süreci ya da hikâyesi değil, sinemanın bir propaganda aracı olarak kullanılması ve bu doğrultuda Sovyet sinemasının doğuşu.


Rusya Federasyonu Devlet Gerasimov Sinematografi Enstitüsü

Propagandanın en temel amaçlarından biri, az maliyet ile geniş kitlelere ulaşabilmektir. İşte sinema da tam bu amaca hizmet edebilecek bir sanat dalı olduğu için çok fazla ilgi gördü. II. Dünya savaşı sırasında hem Sovyet rejimi, hem de Nazi Almanya’sı hazırladıkları propaganda filmleri ile geniş kitlelere ulaşmak ve yaptıkları şeyleri insanlara daha kolay sunabilmek için film okulları ve propaganda bakanlıkları kurmuştur. Yine sinemayı etkin bir propaganda aracı olarak kullanan İngiltere ‘de ise “İngiliz Belgesel Okulu” kurulmuş ve özellikle II. Dünya savaşı belgesel yapımcılarına içerik ve görüntü bulma açısından ziyadesiyle şans vermiştir.

İşte bu propaganda sinemasının ortaya çıkışı ile Sovyet sineması, Ekim devriminden sonra adını tüm dünyada duyurmaya başlamıştır. Sovyet sinemacılarının 1920’li yıllarda ürettiği kuramlar o kadar başarılı oldu ki, bugün birçok sinema filminde bunların etkisini görebilmemiz mümkün. 1917’ye kadar tüm dünyada olduğu gibi kısa güldürüler ve melodramlardan oluşan Rus sineması, devrimin gerçekleşmesi ile “didaktizmi” ele almış ve sinemalarında bilinçlendirmek amacı gütmüştür. Vladimir Lenin sinemanın gücüne en fazla inanan liderlerden biriydi. Yüzölçümü olarak büyük olan tüm Sovyet topraklarına Marksist manifestoyu aşılamak ve bunu bir savaş silahı olarak kullanmak için dünyada ilk sinema okulu olarak bilinen, Rusya Devlet Sinematografi Enstitüsünü kurulmasına öncülük etmiştir. Bu hamle Sovyetler Birliği’nde, sinemanın halka inmesine önemli bir yardımda bulunmuştur.

Lev Kuleshov

Sovyet sinemasının önemli isimlerinden biri olan Lev Kuleshov “Tek bir görüntü,

izleyicilere farklı şeyler düşündürebilir mi?” sorusu ile yola çıkarak kurgunun ilk kurallarından birini ortaya çıkarmıştır. “Kuleshov Etkisi” denilen bu deneyde, önce bir adam suratı, hemen ardından da bir tas çorba gösterilir. İzleyiciler adamın acıktığını düşünür. Sonra adamın suratının görüntüsünün tekrarı verilir ancak bundan sonra bir mezar taşı gösterilir. Bu sefer izleyici adamın üzüntülü bir yüz ifadesi takındığını düşünür. Aslında Kuleshov bu deneyiyle kurgunun psikolojik açıdan ne kadar önemli ortaya koyduğunu net bir şekilde göstermiştir. 1920’li yıllar kuşkusuz Sovyet sineması için altın bir çağ olmuştur. Bu dönem ortaya çıkan en önemli yönetmenlerden birisi de “Dziga Vertov’dur.” Vertov, “Bir sinema filmi, insan gözünün gerçekte algılayabileceği şekilde sade ve yalın olmalıdır” diyerek, seyircinin kurmaca filmlerdeki kandırmaca ve afyondan kurtulması gerektiğini savunmuştur.Bu tez doğrultusunda 1929 yılında çektiği, Kameralı Adam (Man with a Movie Camera) filmi izlenmesi mutlaka gereken bir başyapıt haline gelmiştir.


Kuleshov Etkisi

Man with a Movie Camera

Yazımızın şu satırlarına kadar tanıdığımız tüm Sovyet yönetmenlerinin şüphesiz ki hepsi birbirinden önemli ve sinemaya katkılarından ötürü teşekkürü hak eden insanlardır. Ancak izin verirseniz yazımın önemli bir kısmını, Sovyet sinemacılarının bana göre içlerinden en önemlisi olan ve kurgunun, hatta hatta modern sinemanın bugünkü şeklini almasında çok önemli bir görev üstlendiğini düşündüğüm Sergei Eisenstein’a ayırmayı düşündüm. Benim için bir sinemacıdan çok daha fazla şey ifade eden bir isim Eisenstein. Şimdi birbiri ile hiç alakası olmayan görüntüleri birleştirerek bir anlam bütünlüğü oluşturulduğunuzu düşünün. İşte çatışmacı kurgu (bazı kaynaklarda çarpıcı kurgu olarak da geçer) ile bu iki görüntü parçası birbirine bağlanarak yeni bir anlam yani bir sentez oluşması durumudur.

Çatışmacı kurguya bir örnek vermek istersek, yine çatışmacı kurgunun mucidi Eisenstein’ın 1925 yapımı “Grev” filmine bakabiliriz. Grev filminde, Çarlık askerleri tarafından işçilere uygulanan şiddet görüntülerinin hemen ardından bir mezbahada hayvanların katledildiği bir görüntünün gelmesi çatışmacı kurguya çok güzel bir örnektir. Eisenstein izleyicinin alacağı mesajı doğrudan vererek izleyeni bir nevi pasiflikten çıkarır ve harekete geçmesini sağlar.


Grev (1925)

Aslında onu bu açıdan Vertov’dan ayıran özellik, mesajı doğrudan izleyiciye vermesidir.

Vertov bu konuda izleyiciye biraz daha fazla yorumlama şansı verir. Peki, nedir bu

çarpıcılık? “Çarpıcılık (Tiyatro görüşü açısından), tiyatronun her saldırgan anıdır; yani

izleyiciyi, duyumsal ya da ruhbilimsel bir eyleme yönelten her öğedir. Bu öğeler izleyicide

kimi duygusal şokları oluşturmak için deney yoluyla doğrulanabilir ve matematiksel olarak

hesaplanabilir. Sergilenen görücün ideolojik yönünü, kesin ideolojik sonucunu algılama

olanağını koşullandıranlar da yalnızca bu coşkulu şokların bir araya gelişidir.” İşte Eisenstein, “Film Duyumu” adlı kitabında böyle bir tanımlama yapmıştır.

Eisenstein’ın montaj kuramının daha iyi anlaşılabilmesi için “Potemkin Zırhlısı”

filminin mutlaka izlenmesi gerekir. Potemkin Zırhlısı demişken bahsetmeden geçmek tabii ki olmaz. 1905 Rus-Japon savaşı sırasında Çarlık Rus Hükümeti’nin, Potemkin Zırhlısı adlı gemisinde patlak veren isyan, Ekim Devrimi’nin ilk provası sayılacak denli önemli bir ayaklanma olarak kabul edilir. Eisenstein’ın hükümet tarafından geniş bir bütçe verilerek hazırlanmasını istediği film, gelmiş geçmiş en iyi filmler arasında ilk basamaklarda yerini almıştır.

Sergei Eisenstein

Merdivenleri sahnesi ile kendinden sonra gelen birçok filme öncülük etmiştir. Gerek Avrupa

sineması, gerek Hollywood sineması, bu meşhur merdiven sahnesine yapılan filmlerle adeta saygı duruşunda bulunmuştur. Yapılan yakın çekimlerle oyuncuların yüz ifadeleri seyirciye

etki edilmiş ve karakter ile özdeşleşmesine yardımcı olmuştur. Film amacına o kadar sadık

kalıp başarılı olmuştur ki, birçok ülkede şiddet sahneleri bahane edilerek gösterimi yasaklanmıştır.




Yazımın sonuna gelirken tekrar belirtmek istediğim husus, Sovyet sinemacılarının

günümüz sinemacılarına çok büyük birer örnek oldukları ve olmaya da devam edecekleridir. Sadece günümüz sinemacılarının değil gelecek kuşak sinemacılarının da büyük bir şevk ile incelemesi gereken bu isimler, büyük bir saygıyı hak ediyor. Eisenstein’ın Potemkin Zırhlısı’nı, Pudovkin’in Ana adlı filmini, Vertov’un Kameralı Adam’ını izlemek ve bunları gelecek nesillere de aynı amaçta anlatmak bir sinemacının en önemli vazifelerinden olmalıdır. Bir daha teşekkürler Eisenstein ve onun yol arkadaşları. Dünya sinema tarihi sizi saygıyla selamlıyor...

Comments


bottom of page